Türk Dünyası Araştırmaları Vakfının 25 yıldır aralıksız her ay yayınladığı ve 50. cildini tamamladığı Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi'nin, millî tarihimiz konusunda araştırmaya dayalı yazılar kaleme alma arzusundaki gençlerimizin teşvik edilmesi ve başarılarından dolayı taltif edilmesi amacıyla 2011 yılında düzenlemiş olduğu "Türk-İslam Tarihindeki Olaylar" konulu kompozisyon yarışmasında, birinci, ikinci, üçüncü olanlarla, teşvik ödülüne layık görülen on yarışmacıya ödülleri, 11 Şubat 2011 Cumartesi günü 14.00´te, Turan Kültür Merkezi Süleymaniye Kürsüsü Faaliyetleri çerçevesinde, İstanbul Üniversitesi AvrasyaEnstitüsü Konferans Salonunda gerçekleştirilen bir törenle verildi.
Yarışmaya katılan eserleri, Doç. Dr. Erdal ŞAHİN, Yrd. Doç. Dr. Aylin KOÇ, Yrd. Doç. Dr. İbrahim AKIŞ, Yrd. Doç. Dr. Neslihan KARAKUŞ, Yrd. Doç. Dr. Neşe IŞIK, Dr. Emine ATMACA ve Dr. Yasin ŞERİFOĞLU´dan oluşan ön jüri ile Prof. Dr. Abdülhaluk ÇAY, Prof. Dr. Gülçin ÇANDARLIOĞLU, Prof. Dr. Abdulkadir DONUK, Prof. Dr. Mustafa ÖNER, Prof. Dr. Metin KARAÖRS, Prof. Dr. Mehmet ALPARGU, Prof. Dr. Vahit TÜRK ve Mehmet Nuri YARDIM´dan oluşan nihaî jüri değerlendirdi.
Ödül törenine katılan yarışmacılardan DOLAPOĞLU ANADOLU LİSESİ 12 TM-A sınıfı öğrencisi Doğan KARA, birinci olmuşve kendisine berat, dizüstü bilgisayar, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Yayınları(1.500 TL değerinde), Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi aboneliği ve Türk Dünyası Tarih Kültür Dergisi yazarlığı ödülleri verilmiştir. Öğrencimiz Doğan KARAödülünü Vakfın Başkanı Sayın Prof. Dr. Turan YAZGAN'ın elinden almıştır.
Öğrencimiz ayrıca İlçe Milli Eğitim Müdürümüz Sayın Mustafa KOCA ve Okul Müdürümüz Sayın İbrahim KOÇ tarafından da çeyrek altın ve başarı sertifikası ile ödüllendirilmiştir.
Biz de Dolapoğlu Anadolu Lisesi olarak öğrencimiz Doğan KARA'yı bu güzel duyguları bizlere yaşattığı için tebrik eder, başarılarının devamını dileriz.
TARİHİMİZDEN GELECEĞİMİZE KALAN MİRAS
Açılın, yol verin atlılara. Talas Ovası'ndan haber var. "Türk bileği, İslam kılıcını kavradı, yılmamacasına cenk var, gaza var, cihat var." diyorlar. "İslam'a gönül veren yürekler aşk ile yandığı müddetçe Türk milletine hiçbir ovada bozgun yok, yılmak haram, zafer haktır, bundan sonra milletimize abat edilmiş topraklar helaldir." diyorlar. "Peygamber sancağını Türk akıncıları taşıyacak, peygamber otağı ordugâha kurulacak. " diyorlar. "Koskoca bir medeniyetin tarihi, arayışının sonuna geldi, geleceğini İslam'ın zafer vadeden kalemiyle çizecek." diyorlar. Haber getiren gönüllere selam olsun. Bugün bayram günüdür, kurbanlar kesilsin, adaklar adansın. Yarının zaferleri için dualar edilsin. Kalplerdeki mühürler bir bir kırılsın. Peygamber, bu millete zafer vadediyor.
İşte karşıda Karahanlı diyarı Kaşgar ve doğusunda şehirlerin şahı Semerkant. Minarelerinden ezanlar okunurken, Türk şehirleri yeni bir ruha bürünüyor adeta. Doğu ufuklarında İslam güneşi, Türk medeniyetinin üstüne doğuyor büyük bir tevazuuyla ve şahadete koşan gönüllerden tekbirler yükseliyor tükenmez bir inançla. Türk İslam medreselerinde artık büyük âlimler yetişiyor; medeniyet, beşiğini Türk yurdunda sallıyor. Gören gözler bu diyarların efsunuyla kendinden geçiyor, gözyaşlarını sevince katarak bu bereketli topraklara yağmur oluyor.
İşte biraz daha güneyde, Gazi unvanıyla anılan Sultan Mahmut'un diyarı Gazne. Ve batının gözlerini kamaştıracak güzelliklere bezenmiş, ilmin vatanı büyük şehirler: Buhara, Horasan, Belh, Kabil... Ve buralarda yazılan unutulmaz destanlar... Defaten hatırlarız Sultan Mahmut'un o geçilmez denilen Tar çölünü kaç kez aştığını ve Hint diyarını nasıl İslam yurdu yaptığını. Hiç şüphesiz İslam'ın koruyucusu olan o büyük sultan, fetih kılıcını ilk tutanlardandı ve fethi daim kılmak için kılıcı bırakıp kalemi hâkim kılanlardandı. Firdevsi bile Şehname'sini ona sunmamış mıydı zaten?
İşte Selçuk Bey'in ilk durağı ve İslam'ın ışığıyla nurlandığı şehir Cend, işte Tuğrul Bey'in başkenti Merv, işte Rey, Isfahan, Nişabur. O iki komutan ki Türk milletinin çift başlı kartalı idi, Pasinler'de Türk akıncılarını ilk kez Anadolu toprakları ile tanıştırdı. Bir kartalın avını seçişi gibi Anadolu'nun berrak ufuklarında hedefini belirledi. İlelebet Türk toprağı kalacak olan Anadolu'yu, ilk olarak doğunun ve batının sultanı Tuğrul Bey işaret etti. İslam'a doğrultulan zehirli hançerleri kırarak peygamber diyarının ebedi koruyuculunu üstlendi.
Ve Sultan Alparslan; fethin babası, bolca fethedip kapılar açan, ismini ezan okunan tüm Türk topraklarına zaferle nakşetmiş büyük komutan... Bir Cuma sabahı Malazgirt'te uyanan milletim, belki en büyük zaferini orada ve onunla kazanmıştı. Başı bulutlara değen Sultan Alparslan sıradağlar gibi Malazgirt Ovası'nı çevrelemişti. Büyüyen yüreği ve arşa yükselen omuzlarıyla, hiddetlenen gözlerini düşman saflarına çevirdiğinde; Saltuk Bey sanki ovanın yarısını kaplamıştı, Afşin Bey derya olup boğacaktı düşmanı, Aytekin bir şahin gibi göklerden süzülecek, Danişment Gazi zelzele olup yıkacaktı tüm Anadolu'yu. Alparslan'ın yiğit erleri aslanlara yaraşır cinsten bir destan yazmıştı o Malazgirt boylarında. Hilal şeklini alan ordu, hilali göndere çekmek için canını ortaya koymuştu.
Bu topraklarda artık analar aslan doğuracak; Anadolu, Türklerin ebedi yurdu olacaktı. Ve Alparslan'ın şu sözü bu gerçeği doğrulayacaktı "Size öyle bir vatan aldım ki ebediyen sizin olacaktır." Bu sözü; iki nehrin topraklarına hâkim olan, Ege'den Orta Asya'ya Kafkaslardan Hindistan'a uzanan bir devletin sultanı söylüyordu. Ve bir kale komutanı tarafından yaralandığında son sözleri şunlar olacaktı: "Gençliğimde bana Rabbimin önünde daima alçakgönüllü olmam, gücüm nedeniyle böbürlenmemem, düşmanımı küçümsememem öğretilmişti." Ve sonra da Merv'deki mezarına şu sözlerin yazılmasını emredecekti: "Alparslan'ın şanının göklere vardığını gören siz insanlar, onu toprağın altında görebilmeniz için Merv'e geliniz." Ne büyük bir komutan, zaferleriyle ve tevazusuyla...
Türkistan'dan ve İran'dan sonra Süleyman Şah'ın diyarı İznik, gazilerin babası sultan Kılıçaslan'ın ve Sultan Alâeddin'in diyarı Konya ve tüm Anadolu şehirleri gösterir kendini. Burası da Selçuklu yurdudur. Alparslan'ın başı dik ve ölümüne cesur komutanları atlarını Marmara'ya dek sürmüşler, adeta Akdeniz'in sularını ürkütmüşlerdi. Türk'ün şanlı sancağına açılan ufuklar, zafer umuduna gönülden bağlıydılar.
Haçlı kuvvetlerine ve haçlı zihniyetine bütün kuvveti, cesareti ve inancıyla karşı koyup direnen; Türk'e esareti ve yenilmişliği reva gören batılılara azim ve kuvvet nedir ilk kez öğreten elbette Selçuklulardı. İznik önlerinde düşmana taş bağırlı dağlar gibi göğüs geren ve bu toprakların ilelebet hâkimi ve hadimi olduğumuzu kanıtlayan milletimiz, bir uçurum gibi asla bu hayâsızlığa geçit vermeyeceğini gösterdi.
Türk'ün elindeki toprağın alınabileceğine inanan Avrupalılar, ellerinde bir karış toprak dahi bulamadılar. Toprak demek namus demekti ve bu millet için namus, her şeydi. Yaşamak ancak böyle mümkün olabilirdi. Bu millet ki kendine yöneltilen tehditlere asla boyun eğmemiş, Türk olma onurunu her dem kalbinde muhafaza etmiştir. Bu toprakları müdafaa edilebilir kılan kuvvet de işte budur. Bu kuvvet, milletimize mutlak bir hâkimiyet imkânı sağlamaktadır. Buna karşı çıkan haçlılar, güneş görmüş karlar gibi önümüzde yitip gitmiştir.
Ve Anadolu'da Selçuklu egemenliği varken, güneyde şarkın en sevgili sultanı Selahattin'in ömrünü adadığı şehri Kudüs ve nice mamur kentler göze çarpar: Şam, Yafa, Akka... Hıttin'den tüm Türk ve İslam âlemini sevindiren bir haber gelir. Şarkın sevgili sultanı büyük bir zafer kazanmış, ufkun bir ovayı kaplayışı gibi haçlıları bir cesaret çemberiyle sararak Türk'ün coşkun sularına katmış ve bir anda boğuvermişti. Zaferin mükâfatı, elbette Kudüs olacaktı. Ve o güzel şehir artık Türk milletinin güvencesinde İslam nuruyla parlıyordu.
Ve nice çöller ötede, Mısır'da bir Türk devleti daha seslenir olmuştu medeniyete. Memlükler, Moğolları yenen sultanları Baybars önderliğinde Türk dayanışmasının en güzel örneğini sergilemişlerdi. Milletimiz; tarihi boyunca hep el ele, birlik ve beraberlik içinde, insanlarıyla tek yürek olarak bu yolda sağlam adımlarla ilerlemiştir ve bu gelenek gelecekte de devam edecektir. Türk milleti, insanlığın sarsılmaz ve belki de son kalesi olarak dünyanın sonuna kadar varlığını muhafaza edecek ve bu dünyaya insan olmayı da yine o öğretecektir.
Türk İslam tarihinin belki de en büyük ismi, dimağımızda unutulmaz bir yer etmiş olan ve hatırımızda şanlı zaferler barındıran Osmanlı seslenir yüreklerimize. Payitahtlar: Bursa, Edirne, İstanbul ve gönül tahtımızın diyarı baştanbaşa Anadolu'm akla gelir. Orta Avrupa, Belgrat, Budin, Uyvar ve alınamasa da hayalimizde fethi tamamlanmış olan gönül kalemiz Viyana akla gelir. Tuna boylarında yaktığımız türküler, söylediğimiz kahramanlık destanları hala dilimizdedir. Rumeli türküleriyle Selanik, Manastır, Üsküp akla gelir. Kuzeyde Kırım; güneyde Bağdat, Şam, Halep, İskenderiye, Kahire, Trablus ve nice Osmanlı kentleri akla gelir.
Türk tarihinin bereketli topraklarında yeşeren o ulu çınarın tohumu üç kıta, dört bucak ve yedi iklime kök salmıştır. Cihana tutunmuş, bu dünya ile birlikte döner olmuştur. Türklük gururu en büyük destanlarını onun döneminde yazmış; Avrupa içlerinden Hazar Gölü'ne, Moskof hudutlarından cümle Arap diyarına kadar milletimizin hükmü dünyayı yönetmiştir.
Sazlıdere'de dede yadigârı Edirne'ye girişimiz, haçlı gururunun yerlere serildiği Kosova'da vatana denk saydığımız Siliste ve Niğbolu'yu fethimiz, balkan kapılarını bir bir açarak Avrupa içlerinde ilerleyişimiz ve bir yandan da Anadolu'da birliği sağlayarak tek yürek haline gelişimiz; Türk'ün en büyük şahlanışı ve şanını da tüm dünyada şahlandırışıydı.
Şanlı ordu; Varna'da buz üstünde yürürken, Kosova'da ikinci kez tüm milleti taarruza geçirirken oralardan gelen top sesleri de bütün tarih sayfalarının kulağında çınlıyordu. "Fetih ne demek, fatih olmak nasıl olur?" tüm cihana öğrettiğimiz günlerde Türklük onuru; İstanbul'da, Bizans'ın köhne surlarının önünde atıyordu. Peygamber müjdesine mazhar olan o
kutlu ordu ve o şanlı komutan, bin yıllık hasretliği bitirerek İstanbul'u Türk dünyasının topraklarına katmıştı. O, Mehmet Han'ı Fatih yapan şehirdi; dünyanın başkenti İstanbul'du.
Fatih mi İstanbul'u almıştı yoksa İstanbul mu Fatih'in zafer vadeden kollarına kendini bırakmıştı bilinmez ama her fetih gibi bu büyük zafer de ilimle ve irfanla kazanılmıştı. Gemileri karadan yürüten ordumuz gibi, milletimiz de tarihini zaferler üzerinden yürütmüştü. Mehmet Han'ın bembeyaz atını korkusuzca Marmara'nın sularına sürdüğü gibi milletimiz de korkusuzca bu topraklarda sonsuza dek hüküm sürecekti. Ve İstanbul hoşgörünün simgesi olacak, farklı inançlara ve düşüncelere kucak açacaktı. Değil mi ki Osmanlı, Endülüs'teki Yahudilere kucak açmıştı; kendi vatanını onlara yurt yapmıştı.
İslam dünyasında birliği sağlayan Yavuz Padişah'tan sonra ömrünü savaş meydanlarında geçirmiş, on üç büyük meydan muharebesini de bizzat kendisi yönetmiş olan Sultan Süleyman Han'ın Tuna Boyları'nı geçip Avrupa'nın kalbine nasıl uzandığı gelir aklımıza. Viyana önlerinde, yılmaz bir mücadelenin mümessili olan bu şehri nasıl muhasara ettiğini ve Türk toplarının Viyana surlarında ne destanlar yazdığını hatırlarız. Mohaç'ta tarihin en kısa süren meydan savaşına tanık oluruz. Denizlerde fırtınalar kadar güçlü olduğumuzu gösteririz dünyaya. Preveze'yle, Cerbe'yle Akdeniz'i bir Türk gölü yapar; boğazlardan geçerek Karadeniz'i boylu boyunca gezeriz. Haçova'da destanlar yazar, Bağdat'ı tekrar tekrar fethederiz. "Uyvar önünde bir Türk kadar güçlü!" dedirtecek kadar kuvvetli olduğumuzu cihana ispatlar, daha nice destanlarla Türk milletine aydınlık ufukları hedef olarak gösteririz.
Bu millet, tarih boyunca hem aydınlığı hem de karanlığı görmüştür. Ama ona en çok yakışan elbette aydınlıktır Tarihin en büyük Türk imparatorluğu gerilerken bile, "batmak" kelimesini asla kabul etmemiştir. Bu millet o kadar büyüktür ki batması halinde onu alacak denize daha dünyada rastlanmamıştır. Tarih bile sayfalarına onu sığdıramaz. Ölmez bu vatan farz-ı mahal ölse de hatta o cihanı göğüsleyen kürenin sırtı bu büyük tabutu kaldıramaz.
Bu millet Gazi Osman Paşa'nın ardında Plevne'de destanlar yazarken Anadolu buğdayıyla karnını doyuruyor, kendi ürettiği barutla savaşıyordu. Osman Paşa'nın " O kurşun gelmedikçe ölmezsiniz, vazgeçmek yok, Plevne'den çıkmayacağız!" deyişi hala zihinlerimizde yer ediyor. Bu yüzden biz, orada bir savaşı kaybetmiş gibi dursak da hakikatte yenilmedik. Kazandığımız büyük kahramanlıklarla itibarımız iade edilmiştir. Biz orada büyük bir millet olma şuuruna sahip olduğumuzu gösterdik.
Medine'de çekirge ile karnını doyurarak mücadele eden asker, Çöl Kaplanı Fahrettin Paşa'yla peygamber diyarını açlık, susuzluk ve ölüm pahasına savunmuştu. Onlar ölemezdi, şehit olamazlardı. Çünkü Medine savunma bekliyordu, mücadele bekliyordu, peygamber diyarı teslim olamazdı. Sarıkamış'ta soğukla, lekeli hummayla ve de Moskof'la savaşan ordu; Türk'ün cesaretinin hududu olmadığını gösterdi. Çanakkale'de ölmeyi emreden bir komutan; savaşın seyrini değiştirerek, bu vatan toprağından hesap vermeden geçilemeyeceğini tüm dünyaya duyurdu. Tarihin gördüğü en büyük donanmanın Türk'ün iman dolu göğsünün ağırlığıyla ezilip gittiği o yerde bir devrin çiçekleri, ölüm pahasına mücadele etti.
Daha sonraki sancılı günlerde milletimizi esarete mahkûm edebileceğini sanan düşmanlar, bize kara günleri reva gördülerse de Sakarya'da bağımsızlık uğruna patlayan toplarla Anadolu aslanları; üzerimize biçilen esaret kisvesini parçalayıp attı. Mustafa Kemal Paşa önderliğinde bütün Türk illeri, bir bağımsızlık mücadelesiyle yani ölüm kalım harbiyle hürriyetine kavuştu. İzmir'e ulaşan ordu, Kuvvayi Milliye ruhunu ilelebet yaşatacağını ve milli mücadelenin büyük bir zafer kazandığını tüm dünyaya ilan etti.
Türk bayrağı, tarih zaferleri kaydetmeyi bırakıncaya dek bu topraklarda milletimizin istiklali için dalgalanacaktır. İnsanlık "medeniyet" kelimesinin anlamını Türk lügatinden öğrenecek, baştanbaşa bütün şehirlerimiz de ona tanıklık edecektir. Türk İslam tarihinden kopan damlalar, geleceğe adanmış zaferler ve milletimize bırakılan miras; Türk'ü yüzyıllar boyunca başı dik ve onurlu yaşatacaktır.
İyilik Bul İyilik Yap konulu yarışmada ekiplerimizden biri Konya...
12-06-2013
Adres:
HANAYBAŞI MAH. DİKENLİ SK. NO: 1 SELÇUKLU / KONYA
Telefon
0 (332) 247 44 44